Bazı hikâyeler, kelimelerle değil dokunuşlarla yazılır. Bazı kahramanlar, kılıçla değil topla savaşır. Ve bazı isimler, sadece bir forma numarasına değil, bir çağın kalbine kazınır. O isimlerden biri de: Lionel Andrés Messi.
Messi, 10 numarayı sadece giyenlerden değil; onu anlamlandıranlardandı. Ayağının ucundaki top, sanki dünyanın sırrını biliyordu. Her adımı, yeşil zeminde yazılmış bir mısraydı. Rakipler nefes nefese kalırken, o sanki zamanın ipini elinde tutar, saniyeleri büküp kendine uydururdu. Futbol, onun ellerinde değil, kalbinde yoğrulurdu.
Arjantin’in Rosario sokaklarından, Barcelona’nın rüzgârına karışan o küçük çocuk… Boyuyla değil, yüreğiyle büyüyen bir hikâye. Onun gözlerinde hep bir inat vardı; “imkânsız” kelimesine inanmayan bir çocukluğun inadı. Her golü bir dua gibi, her asist bir masal anlatımı gibiydi.
Messi, tribünlerin sustuğu anda bile konuşabilen adamdı. Kalabalığın içinde yalnız, yalnızlığında bile kalabalıktı. Onun futbolu bir oyundan öteydi; insanın içindeki saf güzelliğe dokunan bir sanat gibiydi. Çünkü Messi sadece topa değil, insana da hükmediyordu — hatıralarımıza, duygularımıza, kalbimize.
Bir gün formalar eskir, statlar yıkılır, kupalar tozlanır… Ama o 10 numaranın yazdığı hikâyeler kalır.
Çünkü Messi, futbolun değil; zamanın kendisinin yazdığı bir destandır.
“10 numaradan hikâyeler” bitmez. Çünkü bazı hikâyeler, sonsuza kadar anlatılmak için yazılır.
















