Alex de Souza sahaya çıktığında, herkes biliyordu ki o topu ayağına aldığında iş farklılaşacak.
O, gol atmak için değil, oyunu kontrol etmek ve yönlendirmek için oynardı. Her pası, her ara pası, her asist bir plan ve bir zarafet içerirdi.
Futbolu sakin, ama etkili oynayan bir oyuncuydu.
Hiç acele etmezdi, panik yapmazdı, ama her hamlesi sonucunu garantiler gibiydi.
Fenerbahçe’de geçirdiği yıllarda hem takımını hem de taraftarları büyüledi.
Sahada attığı gol kadar, attırdığı gol de onun yeteneğini gösterirdi.
Alex’in oyunu sadece beceri değil, zekâ ve disiplinle birleşirdi.
Rakipler onun temposuna ayak uyduramazdı; o, oyunun ritmini belirlerdi.
Ve bunu yaparken hiçbir zaman gösteriş peşinde değildi.
Sükûneti, takımının güven kaynağı oldu.
Milli takımda da aynı etkiyi gösterdi.
Brezilya’nın renkli oyun anlayışını taşırken, aynı zamanda düzen ve planın simgesi oldu.
Onun futbolu, bir şov değil, bir öğretimdi; sahadaki her anı ders niteliğindeydi.
Alex sahayı terk ettiğinde, geriye sadece goller veya istatistikler kalmadı.
Geride kalan, oyunun içinde ustalıkla yaratılmış bir düzen, bir sükûnet ve bir güven hissiydi.
“10 numaradan hikâyeler” bazen gücüyle değil, sükûnetiyle yazılır.
Ve Alex de Souza, o sükûnetin en büyük ustasıdır.

















